19 Şubat 2012 Pazar

Okumak hayattır, hayat okumaktır.

OKUMAK; HAYATTIR, HAYAT; OKUMAKTIR!

İnsanoğlu, iki olgu temelinde yaratılmış bir varlıktır. Bunlar beden ve ruhtur. İnsanoğlu bu iki yönüne değer verdiği oranda insan olma liyakatini kazanacaktır. Sadece beden yönünün tatmini ile ilgilenen insanların diğer canlılarla farkı azalmış olacaktır. Diğer canlılarda da doğma, ölme, beslenme, uyuma v.b canlılık özelliği vardır. Bu halde "ben insanım" demesi için bir kişinin, diğer canlılardan kendinden kaynaklanan bir farkının olması gerekir. Aksi halde hayatı/yaşamı insan düzeyinde algılayamaz, kendini basite indirgemiş olmaktan kurtaramaz.

Ruh, yani insanı insan yapan/değerli kılan erdemlerin meydana getirdiği öz kişilik. Düşünün beden-i zevklerle, behimi duygularla ruhu inşa etmeye çalışan zavallıları, bilmezler ki onlar ruhlarını donduruyorlar ve hayatlarında kişilik sahibi olma alanlarını yok ediyorlar. Kişilik ancak insani/ilahi erdemlerle inşa edilirse gerçek, öz yapısına ulaşmış olacaktır ve sarsılmaz, sağlam bir hayat algısı meydana gelecektir.

İnsan şunu iyi bilmelidir ki, bedeni ihtiyaçlara fiyat biçilir, ruhi ihtiyaçlara da değer biçilir. Siz değere fiyat biçemezsiniz. Sevgiye, sadakate, fedakarlığa, inanca v.d kişilik oluşumunda olmazsa olmaz malzemelere fiyat biçemezsiniz. Bu malzemeleri ancak bozulmamış fıtrata sahip olanlar yerinde kullanır. Hırsızlığı karakter haline getirmiş birinin diğer hırsız arkadaşına karşı fedakarlığı fedakarlık değildir. Bu, böyle güzel erdemleri, mesleklerinde koordineli kullanmaktır. Yani menfaat gereğidir. Onun için bazı tiplerin özünde iyiliği barındırmadığı halde iyi davranışlar sergilediği görülür, bu o kişinin iyi olduğu anlamına gelmiyor iyiliği kullandığı anlamına geliyor. Bundan dolayı insani/ilahi meziyetleri ancak insani/ilahi gayeler için kullandığınızda taşı gediğine koymuş olacaksınız ve tutarsızlıktan korunmuş olacaksınız.

Evet, insan sağlam bir kişilik oluşumunu; sağlam bir düşünce yapısıyla, sağlam bir düşünce yapısını ise değişmez hakikat temeline uygun, okumalarla gerçekleştirebilir. Okumak, insan düşüncesinin besin kaynağıdır. Okuma hayatı olmayan insanların düşüncesi bitkisel hayattadır. Okumak, katran karası cehalet elbisesini (modern zamanlarda bu elbise toz pembe görünür.) yırtacak bıçaktır. Okumayı basite alanlar ya da önemsemeyenler dış görünümlerini iç görünümlerine maske yapmaya mahkumdurlar. Dışlarını güzelleştirirler ya da yakışıklaştırırlar ki iç dünyalarındaki tutarsızlıklar ortaya çıkmasın.( temiz ve düzenli olmaya kastım yok, amaç değil araç olarak kullanıldığını kastediyorum)

Sizce insan bu şekilde mi yaşamalı? Hayatını basit birkaç amaca mı idealize etmeli?

Konuşmak bir nimettir. Ancak konuşabilmek kolay değildir. Ağzımızdan çıkan kelimeler zihnimizde oluştuktan sonra çıkar. Yani insan konuşacağı şeyi zihninde tasarlar sonra söyler. Elemeden geçirir söyleyeceği sözü, doğruysa söyler yanlışsa susar. İşte okuyanlar beyinlerinde bu eleme sistemine sahiptirler. Dikkat ederseniz bu eleği taşımayanlar ölçüp tartmadan ağızlarına geleni söylerler. Amaç, konuşmak için konuşmak olursa ortaya bu çıkar. Bütün sessizleri de okuyanlar safına koyamayız tabi ki. Çünkü bazı sessizler bildiğinden değil bilmediğinden dolayı konuşmuyor.(diğerlerinden daha erdemlice bir davranış.) Burada okumanın farkı ortaya çıkıyor. Amacımız okumanın önemini ortaya çıkarmak. Bu önemin farkına varanlar hemen istikrarlı bir okuma hayatını inşa etmelidirler. Aksi halde ağzından neyin çıkacağı emin olunmayanlardan olurlar. Hani derler ya " o konuşmasın, o konuşursa işi berbat eder." İşte bunlardan olursunuz. Ya da işi berbat etmemek için kendinizi ebedi bir suskunluğa mahkum edersiniz. İçindeki duyguları anlamlı bir şekilde kelime kalıplarına dökememek, bunun stresini yaşamak, bilmeden ruhumuzu kar gibi erittiğimizi, kendimiz hiçleştirdiğimizi, kendimizi nötr hale getirdiğimizi gösterir. Kişi, iç dünyasındaki hareketliliği anlamlı bir şekilde dışa vurarak insan olduğunu anlayabilir. Edeplice ve erdemlice bir dışavurum gerçekleştirmek için edeplice ve erdemlice bir okuma hayatımızın olması gerekiyor.Aksi halde suskunluğumuz iki duvarın birbirine olan suskunluğu gibi, konuşmamız da iki gevezenin birbirine anlattığı şeyin sonucunda sıfır artı sıfır elde var sıfır sonucuna gittiği gibi olur. Oysa ki suskunluğumuz içinden konuşmak, konuşmamızda dıştan düşünmek şeklinde tezahür etmeli.

Okumak; insanı alçaltan, basitleştiren içgüdülerinden koruyan bir eylemdir. Zaten okumayan insanı, beyni mi konuşturuyor yoksa keyfi mi konuşturuyor bunu kolayca anlarsınız. İşte bu koruma sistemini hayatlarında aktifleştirmeyenler; ellerine ne verirseniz, önlerine ne koyarsanız sadece onlarla yetinip, bir şeyleri kendi üretme derdine düşmeyen, hep tüketen ve dolayısıyla hep şikayet eden bir tip olmaktan öteye gidemezler. Okuyan insan her önüne geleni şıp diye kabul etmez, ölçüp tartmadan. Görüyor musunuz okuyan insanın içinde bir tartı var. Olması da gerekmez mi her insanın içinde? Başkasına göre değil içindeki bozulmamış o temiz fıtrata göre tartan bir tartı? Ölçüsüzlüğü kim ister? Her önümüze geleni yutacaksak peki neden aklımız var? Var olan aklımız çalışmıyorsa demek ki onu çalıştıracak enerjiyi vermiyoruz. Bu enerji çok boyutlu okumaktır.(tek boyutlu değil.)

Ayrıca şu önemli açıklamayı yapmalıyım: Okumaktan kastım lise, üniversite, doktora okumaları değil. Sadece bu okumalarla yetinenler tek tipleşmekten kurtulamazlar. Okul hayatı hayat okuluyla boy ölçüşemeyecek kadar güdüktür. Kastettiğim okuma; insanı, kainatı okumaya, çevreyi okumaya, geçmişi okumaya ve en önemlisi insanı okumaya, insanı değişmez olan hakikate götüren okumalardır. İşte bundan dolayı insanı yaratan, gönderdiği hayat kılavuzunda insanı ilk yönlendirdiği eylem (çok boyutlu) okuma eylemidir.

Okumayı içselleştirenler, özden ve özünden okumayı kendine vazife bilenler, bu eylemin bilincine sahiplerdir. Okuyanla okumayan arasında ne kadar büyük fark var ise, okuma eyleminin bilincine vararak okuyanla, okumayı sadece yatmadan önce yarım saat okumak olarak algılayan, kişilik oluşturmayan okumalar arasında bir o kadar fark var diye düşünüyorum.

Kişi, hayatında çok boyutlu bir okuma eylemine girmelidir… Kainat okunması gereken büyük bir kitaptır… Arayış içerisine girenler göreceklerdir ki aradıkları, işte bu büyük kitabın yazarıdır. Kainatı okuma eylemi; insanı, güneşten tutun da ta karıncaya kadar tüm canlıları umursatan ve onlar üzerine düşündüren bir eylemdir. Bu düşünme eylemi kişinin ufkunu açacaktır ve ondan sonra soru sorduracaktır. Sormak… Aramak… Bu eylemleri insan değil de kim yapacak? İşte size büyük bir soru: "Kainat?!" Sizce kişi bu sorunun cevabını aramamalı mı?... Çevresinde gelişen olaylara bigane kalan, işte; okumayan ve umursamayan insan budur… Sormak erdemdir… Aramak erdemdir… Bunların ürünü de anlamak ve bulmaktır. Kainattaki muhteşem dizaynı anlayan kişi, umarım okumayı sevecektir. Çünkü ruh, anlamlı ve manalı şeyleri kabul eder, sever. Bu da insanın anlamsız ve manasız şeylerle işi olmadığını gösterir. Dolayısıyla insan anlam ve mana taşıyan kitapları okumaya kendini mecbur hissedecektir.

"Merak ilmin yarısıdır." derler. Anlamsız ve manasız merak da cehaletin yarısıdır. İnsan merakını olumlu yönde kullanmalıdır. Kainatı okuyabilmek için zihin dünyamızı buna hazır hale getirmeliyiz. Bunun için zihnimizdeki faydasız ve dahi gereksiz bilgileri kapı dışarı etmeliyiz. Çünkü faydalı, faydasızın yanında duracak kadar toleranslı değildir. Muhakkak biri insanın iç dünyasına hakim olur. Yani kişi, "faydasız işlerle çok uğraşır ama ara sıra faydalı işler yapar o da çok belli etmez."diye algılanır insanların zihninde ya da bunun tam tersi. Okumaya talip olan kişi, içinde bu mücadeleyi başlatmalıdır. Bedene anlam verenin ruh olduğunu, ruha anlam verenin bilinçli ve olumlu eylem olduğunu (yani bilerek yapmak, laf olsun diye değil) ve bunu da sağlam ve çok boyutlu bir okumayla gerçekleşeceğini bilmelidir.

İnsan küçük kainattır… Kainatın özetidir… İnsan kitabını okuyan kişi görecektir ki, kainat kitabını yazanla insan kitabını yazanın aynı olduğunu. Kainatı ayrıntılı olarak yazan, insanı da bunun özeti yapan bize ne demek istiyor? Bunu da yazı diliyle gönderdiği kitaptan anlayabiliriz. İnsan kitabını okumanın çok önemli bir faydası vardır: "haddini bilmek" yani kişi kendi yaratılış programını anlarsa o zaman insanların birbirlerine hakimiyetleri söz konusu olmaz çünkü herkes haddini bilir. İnsanı okumak; şu öz cümleyle ifade edilebilir: "kendini bilen, rabbini(terbiye edicisini) bilir." Okumak, kişiyi duygularının altında ezilmekten korur. Duygularını, hislerini terbiye edemeyenler çok boyutlu okumayla dengelerini bulabilirler. İnsan da denge çok önemli bir unsurdur. İnsanı okumaya başlayan kişi bunu daha iyi fark edecektir. Kimileri duygularını bastırmayla kimileri de bunun tam tersi olan duygularının önünü açmayla aynı dengesizliği hayatlarında var etmiş olacaktır. Peki denge nedir? Denge, kişinin kendisini yaratılış programına göre terbiye etmesidir. Yaratılış programını ancak sizi yaratandan öğrenip ona göre terbiye olmalısınız. Bunun dışındaki terbiye metotları hep hüsranla sonuçlanacaktır. Çünkü yaratılış programına uygun değil. İnsan bu nokta da serbest bırakılmıştır. İstediği şekilde inanır ve yaşar ancak yaptıklarının hesabını vermek şartıyla… Bakın insanı okumak bizi nerelere götürüyor. Günlük gazete okumalarına benzemiyor ya da yatmadan önce yarım okumaya benzemiyor değil mi? Bu okumaları hafife almıyorum sadece bunlarla yetinmenin yaratıcının ilk yönlendirdiği bilinçli okuma eylemine uygun olmadığını söylemek istiyorum… Bu arada varın siz bunları yapmayanları düşünün.

İnsan çok değerli bir varlıktır. Değerini kaybetmemek için bilinçli okuma eylemini başlatmalıdır. Dostlar dikkat edin bize bu değeri veren, verdiği bu değerle değer üretmemizi istiyor. Onun verdiği değerle değer üretmeyen verilen değerden de mahrum kalacaktır. Öyle değil mi? Siz birine yardım ediyorsunuz yatırım yapması için yani üretim yapması için. Peki o, bunu boş yere harcarsa, elinde olanı kaybetmekle beraber kendisine bir daha yardım edilmekten de mahrum kalmaz mı? İnsan da kendisine verilen bu değeri, kendisini yaratılış programına göre tanıyarak/okuyarak koruyabilir.

Okumak, ekmek gibi su gibidir. Ekmekten kendini mahrum eden bedenine zarar verir. Okumaktan kendini mahrum eden ruhuna zarar verir, üzerine bina edeceği kişiliğinin temelini sarsar. Şunu da biliyoruz ki; ruhuna zarar verenler, bedenleriyle yaşadıklarından geçici zevkler alırlar ve hep ruhlarının iniltisini duyarlar.

Bu yazımızda okumanın, insan ve kainat kitaplarını okumanın öneminden bahsettik birde okuma deyince ilk akla gelen kağıtlara yazılmış iki kapak arasına sığdırılmış kadim bir bilgi taşıyıcısı olan kitaplardan ve onların hayatımızda edinmesi gereken yerinden bahsedeceğiz.

Okumak hayattır, hayat okumaktır. Okumayı hayatlarında aktifleştirenler, hayatı okumaya namzettirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder