19 Şubat 2012 Pazar

İnsanı Okumak Hayatı Okumak

İnsanı Okumak Hayatı Okumak
Köksal Alver

Her hatıra, anı, portre yazısı yahut kitabı okuduğumda tarifi imkânsız duyguların serbestçe aktığını hissederim içimde. Anlatılan bir insandır, anlatılan canlı kanlı bir hayattan kesitlerdir ve insanın bu hikâye karşısında hissiz kalması mümkün değildir. İnsan insana bu denli mi yapışır kalır, bu denli mi insan insanla örtüşür? Sözü edilen "yapışma" ve "örtüşme" kelimelerini "tıpkı" yahut "tıpatıp" anlamında kullanmıyorum. O türlü bir örtüşme ne kadar heyecan verebilir ki? Anlatılan hayat hikâyesinde insanın kendini görmesi yahut görmemesi ayrı bir husus. Ancak temelde olan o metinde bir insanın hayatının akıp gitmesi, akıp giden hayatın okura el sallamasıdır. Ve okurun da oradan kendine bir hisse alması, kendine bir şeyler taşımasıdır. Bundan olacak hatıralar, anılar, portre yazıları bir duygu selinin doğmasının da habercisi olur.

Coşku ve hüzün, bu türlü okumalarda beni hemen sarıverir. Bundan olacak, hiçbir yazıyı baştan sona nefessiz okuyamam. Mutlaka duraklarım olur: notlar alırım, yerimden kalkıp biraz yürürüm, mekan değiştiririm, pencereden dışarıya bakıp düşünürüm. Bu içimin dayatmasıdır adeta. Durduramam, başka yöne çeviremem. Ona uyarım. Sonra tekrar kitaba ve yazıya dönerim. Neden coşku ve hüzün? Hayatı en iyi bu kelimelerin/duyguların karşılamasından mıdır? Hayat gibi coşku ve hüzün kelimelerinin de şah kelimeler oluşundan mıdır? Belki. Ama bence işin içinde hayatın oluşu, bu iki duygunun belirmesinin nedenidir. Hayatın kaynağı başka nedir ki? Ve insan hayatı tam da coşku ve hüzne batıp çıkmaların bir dökümü değil midir?

Hayat mutlaka bir mücadele, bir çırpınma, bir çile, bir emek ile kurulmaktadır. Hatıralar, anılar sanki bu yalın gerçeği tekrar tekrar hatırlatmak için ortadadır, ordadır. Hayatın ne denli muhteşem ve kırılgan olduğunun tescili olsun diye sanki yazılır anılar, hatıralar. Bundan olacak hatıralar ve anılar hayata batıp çıkmanın bir hali olarak görünür gözüme. Ve insan en çok da yaşama halleriyle bu metinlerde nasıl da yanışımdadır, benimle kol koladır.

Anlatılanın kim olduğu mühim midir? İlk bakışta elbette. Tanıdığımız, sevdiğimiz, hayatını merak ettiğimiz ve hatta kendimize örnek aldığımız birisinin hayatı ister istemez bizi kendisine daha bir çekecektir. Kendi bölgemizden, ülkemizden, dinimizden, kültürümüzden, mesleğimizden, ideolojimizden birisinin hayatında kendimizi bulma ihtimali de bizi ona bağlayacaktır. Ne ki başka dinlerden, başka kültür ve ideolojilerden, bize uzak hayatlardan örnekler de bizi kendine çekebilmektedir. Bunu sağlayan akımın sadece insan olduğunu bilmek gerek. Yalın insan halleri, her şeyi ve her ülküyü içerebilmekte, kuşatabilmektedir. Yalın insani duygular her insanın içine akabilmekte, her insanın içine bir ateş atabilmektedir. İnsanın insana değdiği nadir anlar bu anlar olsa gerek. İnsanın insana yaklaştığı, dokunduğu ve de insanın insanı hayatıyla, düşünceleriyle, inancıyla, çilesiyle dokuduğu...

Şimdi bir hatıra kitabının sayfalarında ilerliyorum. Her sayfada insanlar, insanın binbir halleri... İnsan yüzleri ve o yüzlerden akan mânâlar. İnsan hayatları ve o hayatların binlerce hayata eklemlenmesi ve binlerce hayattan ayrılarak kendi izlerini varetmesi... Her hayatın kendi izinde muhteşem sütunlar dikivermesi... Her hayatın kendi insanına giyinmesi ve tüm gözlerin dolaştığı mekanlarda, zamanlarda yürümeye başlaması... İnsanı okumak, hayatlara dalıp çıkmak, hayatlardan kendi hayatına engin bakışlar atmak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder